Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 16 Haziran günü Hatay’da yaptığı konuşmada aynen şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye ile AKP’nin kaderi adeta bütünleşmiştir. Türkiye’yi seven AKP’yi seviyor; Türkiye’den nefret eden bizden de nefret ediyor.”
Bu sözler, yanlış olmanın ötesinde son derece tehlikeli bir anlayışı yansıtması bakımından önemlidir.
85 milyonluk Türkiye nüfusunun çoğunluğunun AKP’yi sevmediği bir gerçektir. Kamuoyu yoklamalarında Cumhur İttifakının oy toplamı yüzde 40’lar civarında görülüyor. Erdoğan’ın sözlerinden hareket edersek, demek ki, Türk Milletinin yarısından bir hayli fazlası Türkiye’yi sevmiyormuş, öyle mi?
Böyle bir şey düşünülebilir mi? Sadece AKP değil, hiçbir Parti, ‘bizi sevmeyen Türkiye’yi de sevmiyor veya Türkiye’yi sevmeyen bizi de sevmiyor’ diyemez.
Her şeyi bir yana bırakalım; bu anlayış demokrasinin en temel ilkesini daha ilk adımda ret etmektir.
Ortaçağ’da bir iktidar sahibi, kendisinin Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak gördüğü için kendisine karşı olan herkesi “din dışı”, “sapkın”, “kafir” olarak tanımlıyordu. Din dışı olanın cezası öldürülmek ya da eğer biraz şanslı idiyse egemene kayıtsız şartsız boğun eğerek ve ona tabi olarak hayatını kurtarmaktı.
İnsanlık, demokratik devrimlerle birlikte bu anlayışı geride bıraktı. Demokratik sistemlerde, siyasi Partilerin birbirlerine karşı olması doğaldır, sistemin gereğidir. Hiçbir siyasi parti “Bana karşı olan ülkeye de karşıdır” diyemez.
Tayyip Erdoğan Hatay konuşması ile yüzyıllar öncesinin bakışını dile getirmiştir.
BASKI REJİMİ VE İÇ ÇATIŞMAYA GİDEN YOL
Kendisini ve içinde yer aldığı siyasi yapıyı ülkenin kaderi ve geleceği ile özdeşleştirmek, o siyasi yapının muhaliflerine karşı her yola başvurarak mücadele etmesini meşru görmeye götürür.
Baskıyla ve kanunsuzlukla iktidarını sürdürmeye çalışan her iktidar sahibi böyle bir mantıktan hareket etmiştir.
AKP’nin iktidar olduğu 20 yıl boyunca, iktidarda kalmasının temel stratejisi olarak, toplumun yarısını diğer yarısının karşısına koyarak kendisine olan seçmen desteğini pekiştirmek olduğunu biliyoruz.
AKP, Ergenekon tertibi yıllarında muhalefete de yapılan operasyonun yardımıyla bugüne kadar iktidarını sürdürebildi. Ama artık bunun da işe yaramayacağı bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz.
Gezi hareketine katılan yurttaşları “düşük” ve “sürtük” olarak nitelemek, kendilerini sevmeyenlerin Türkiye’yi de sevmediklerini iddia etmek, AKP’nin, iktidarını sürdürme stratejisinde vites yükselttiğini gösteriyor.
Girilen yol tehlikelidir. Milletin yarısını diğer yarısına düşman etme gayreti, hele de iktidar sahiplerinden geliyorsa ülke çok ciddi iç çatışma tehlikesiyle karşı karşıya demektir.
DÜŞMAN KİM?
Günümüzde kaderini açıkça Türkiye düşmanı emperyalist ülkeler ile birleştirmiş olan PKK ve FETÖ gibi oluşumlar dışında kalan bütün siyasi partiler, hatalarına, eksikliklerine ve hatta bazılarının Türkiye’ye zarar veren pratiklerine rağmen bu partileri “düşman” olarak ve “Türkiye karşıtı” olarak nitelemek doğru değildir. Buna Millet İttifakı içinde olan Partiler de Cumhur İttifakı içindeki AKP ve diğer partiler de dahildir.
Ölçü, Türkiye ile emperyalizm arasındaki saflaşmada, her durumda açık ve aleni olarak emperyalizmin safında yer almaktır.
ATATÜRK’ÜN TAVRI
Bu konuda doğru tavır, Atatürk’ün tavrıdır. Atatürk ölene kadar CHP genel başkanı idi. Ama hiçbir zaman “CHP eşittir Türkiye” gibi bir tavır içinde olmadı.
Hatta 1935 yılında geleceğin Türkiye’sine ait bir konuşmasında adını zikretmeden sadece “Parti” ifadesini kullanması üzerine, ‘neden CHP adını kullanmadığı’ sorusuna “Ne bileyim CHP’nin sonsuza kadar benim Partim olarak kalacağını” diyerek, bir anlamda kendi Partisinin her durumda doğru olduğu, doğru olacağı fikrini mutlaklaştırmaya karşı olduğunu ortaya koymuştur.
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır” sözüyle de anlatılmak istenen sadece, ölümün, her canlının er geç başına gelecek bir olay olduğu değildir.
Burada verilmek istenen asıl mesaj, Cumhuriyetin veya vatanın varlığının bir kişiye veya bir partiye vb bağlı olmadığıdır.
Bir siyasi parti ancak böyle bir anlayışla hatalarını en aza indirebilir, siyasi rakiplerini elemine edilmesi gereken düşmanlar olarak görmez, tam tersine onların muhalefetinden de öğrenmeye çalışır.